Adım Adım Tarihi Yarımada!
Bu okuyacağınız cümleler İstanbul’a güzelleme içerir. İstanbul her şeye rağmen çok güzelsin. İçinde yaşadığım kaos bir şehir olsan da sana olan merakım ve tutkum hiç azalmıyor. Defalarca geçsem de köprülerinden denize ve ufka bakmadığım bir sefer bilmiyorum. Derin tarihi, kültür mozaiği bir yana bir metropol olması da İstanbul’u canlı ve çekici kılan bir özellik. Tarihi anlamda gezilecek yerlerin bolluğu ve onun yanı sıra sürekli yeni açılan gurme cafe & restoran çeşitliliği de İstanbul’u besliyor.
İstanbul’u bir turist gibi gezmeye istediğiniz yerden başlayabilirsiniz elbette fakat ben şuan olacağı gibi sizlerle ilerleyen zamanlarda da Tarihi Yarımada odaklı bir yazı serisi paylaşacağım.
Peki bu Tarihi Yarımada Denen Bölge Neresidir? – Adım Adım Tarihi Yarımada
Önceden Fatih ve Eminönü ilçelerinden oluşan fakat son düzenlemeler ile sadece Fatih’i kapsayan alandır. Yarımada içinde bulunan semtler ise; Eminönü, Beyazıt, Fener, Aksaray, Kumkapı, Kocamustafapaşa, Mahmutpaşa, Sirkeci, Sultanahmet, Vefa semtleridir.
Bu gezimizde Yedikule ve Samatya’yı geziyoruz. En eski İstanbul, bütün gün gezdiğim bu sokaklarda yaşamış. Adeta zaman tüneli!
Gezimize Yedikule’nin en eski kapısı olan Altınkapı’dan başlıyoruz. Yedikule Surları İstanbul’un en eski sınırlarını oluşturuyor. Fakat surlara gitmek tel örgülerden dolayı mümkün değil. Bu yüzden kapının bir kısmını görmek için mezarlığa girmeniz gerekiyor. Mezarlıkta rehberimiz sayesinde bakın ne öğreniyoruz. Eski zamanlarda Pagan dininde ayrılması istenen ya da arası bozulmak istenen iki insan için, iki tahta kaşık sırt sırta birbirine bağlanır ve farklı dine mensup mezarlıklara götürülürmüş. Ve bu geleneğin devam ettiğine Yedikule Mezarlığı‘nda bulduğumuz bu örnek ile şahit oluyoruz.
Yedikule’in daha önce hiç bulunmadığım bu ara sokakları beni çok şaşırtıyor. Fotoğraf makinanız elinizde rota çizmeksizin keyifle dolaşacağınız sokaklar mevcut. Yeni yapılmış beton ve estetikten uzak binaların arasında, iki katlı, cumbalı ahşap evleri ve bu evlerin camlarında, balkonlarında, kapılarında Türkiye’de yapılan ilk ferforje örneklerini görmeniz mümkün. Günümüzdeki estetikten uzak demirliklerden çok başka değil mi?
Yedikule’nin içinden yürümeye devam ediyoruz ve demiryoluna çok yakın olan Surp Hovannes Ermeni Kilisesi‘ne giriyoruz. Burası 1751 yılında hastane ve tımarhane olarak açılmış. Söylenene göre zır deliler öyle korkunç sesler çıkarıyormuş ki ayinler ve törenler yapılamaz olmuş. Bu sebepten hastane buradan taşınmış (Yedikule Surp Pırgıç Hastanesi). Kilise ziyarete açık.
Kiliseden sonra sahile doğru geçip Koca Mustafa Paşa Balıkçı Barınağı’nın içindeki Balık Müzesi’ne gidiyoruz. Bu geziye dek hiç duymadığım bir yerle karşı karşıyayım. 1991 yılında balıkçıların kendi çabalarıyla ve akademisyenlerin büyük emeğiyle kurulan bu müzede 700’e yakın kavanozda balık ve deniz canlıları sergileniyor-du. Sergileniyordu diyorum çünkü gezdiğim bu müze bakımsızlıktan ötürü kapatılmak üzereydi nitekim kapatılmış. Müze denilen bir yerde ürünlerin çürümesinin engellenmesi için kavanozların suları dahi değiştirilmiyormuş. Yitirilen değerler umuyorum ki eskisini aratmayacak şekilde yenilenir.
Balıkçı Köyü Samatya’ya Doğru – Adım Adım Tarihi Yarımada
Artık Samatya’ya doğru yol alıyoruz. Samatya eskiden deniz kenarındaki bir balıkçı köyüymüş. Sokakları gezerken neredeyse her iki sokakta bir kilise olması beni çok şaşırtıyor. Yapılar şehrin karmaşasında öyle gizlenmiş bir halde ki! Fakat korunmasında tahmin edeceğiniz gibi aynı şeyi söyleyemeyeceğim… Yine de fotoğrafta göreceğiniz gibi güzellik ve gizemleriyle ayaktalar.
İlk olarak bir ara sokakta bir bahçe kapısının zilini çalıyoruz. Karşımıza Hagios Nikolaos Kilisesi çıkıyor. Kilisenin yapım tarihi 1500’lerin öncesine dayanıyor. İçi, süslemeleri gerçekten harika ve iyi durumda.
Yemek Molası için Gümüş Yüksük Sokaktayız! – Adım Adım Tarihi Yarımada
Kiliseyi gezdikten sonra Samatya Meydanı’ndan Gümüş Yüksük sokağa doğru ilerliyoruz ve Samatya dendiğinde akla ilk gelen Ali Haydar İkinci Bahar Ocakbaşı‘nı ve karşısında Develi Restoranı‘nı görüyoruz. Ayrıca yan yana bir sürü balık restoranı seçenekleriniz arasında yer alıyor.
Yolun karşısına geçip Surp Kevork Ermeni Kilisesi’ne (Sulu Manastır, Kanlı Kilise) doğru ilerliyoruz. Kiliseye doğru devam ederken rehberimizin yönlendirmesiyle şu an İstanbul’un en fakir Ermeni nüfüsunun yaşadığı bir sokaktan geçiyoruz. Evler iki üç tahtadan ibaret ve çok üzücü halde. Burada yaşayan insanlar Surp Kevork Kilisesi‘nin yardımları ile yaşadığını da öğreniyoruz.
Sokaklarda ilerlerken dükkan tabelalarında Ermenice, Rumca yazılar görüyoruz. Çünkü İstanbul’daki azınlık nüfusun önemli bir kısmı (özellikle Ermenilerin) Samatya ve çevresinde yaşamaktadır. Kilisenin tam karşısındaysa 5 ayrı dil ile yazılmış tabelası (Türkçe, Kürtçe, İngilizce, Ermenice, Rumca) ile Samatya Sahaf’ı görüyoruz. Sahafın sabihi olan Devrim, doğuştan görme engelli ve Gezi olaylarına katıldığı gerekçesiyle işinden atılmış. Konuşkan ve içten bir insan. Daracık ve dünyayı sığdırdığı dükkanında kitapları eliyle koymuş gibi bulmanıza yardımcı oluyor. Kendisinin İstanbul’daki en eski (11.yy) Ermeni kiliselerinden biri olduğunu öğrendiğimiz kilise’yi ise izin problemi sebebiyle gezemiyoruz. Burada unutmamak gereken önemli bir nokta her kiliseyi gezmek bu kadar kolay olmuyor, birçok kilisede izinler tur rehberleri tarafında özel olarak alınıyor.
Sokakları sürprizlerle dolu olan bu gezimizin son durağı İstanbul’daki en ilginç ve hiç duymadığım görkemli yapılardan biri olan Bulgur Palas. Cerrah Paşa Cami yakınlarında bulunan Bulgur Palas, ismini I. Dünya Savaşı’nın karaborsa günlerinden alıyormuş. 1912 senesinde yapılan yapı bir İtalyan mimar tarafından yapılmış. Bu dönemde İttihat Terakki Cemiyeti’nden bir mebus bulgur karaborsası yapmış ve bu sayede elde ettiği para ile yapıyı inşa ettirmiş. Bulgur Palas sonrasında hem evrak deposu, hem Kanaryahane ve hem de Osmanlı Bankası çalışanları için konut olarak kullanılmış. Binanın alt katında bir oda kanaryalara ayrılmış. Yüzlerce kanaryanın o zamanlar Osmanlı Bankası’nın şubelerinde kullanılmak üzere bu binada yetiştirildiği söyleniyor. Bina şu anda özel bir bankanın mülkiyetinde ve kullanılmıyormuş.
Bu şehri tanımak için, gün geçtikçe daha da korkunçlaşan rant sevdası sebebiyle elimizi çabuk tutmamız gerekiyor. İstanbul‘daki farklı ve az bilinen yerleri incelemek isterseniz blogumu buradan inceleyebilirsiniz. Sorularınızı ve yorumlarınızı yazının altında veya instagram adresimden bana iletirseniz çok sevinirim.
Sitemizdeki bazı İstanbul yazılarının linkini de aşağıya sizler için burakıyorum.
Yeditepe İstanbul Notları – Her Bir Tepede Bulunan Turistik Mekanlar
İstanbul Semtleri – Semt İsimleri Nereden Geliyor?