Sevgili okurum, tekrar merhaba umarım iyisindir. Uzun süre yazılarımdan uzak kaldığım bu dönemde düşüncelerime, araştırmalarıma, meraklarıma bir hayli yakındım. Sana bir şeyler anlatmak ve yazmak için boş durmadım anlayacağın. Gelelim konumuza .Dünyanın en derin noktası / mariana çukuru . Denizaltı araçlarımız ve beyin yolculuğu yapmaya hazırsak hadi dalışa geçiyoruz.
Mariana Çukuru
Uzunluğu 2.542 kilometre olan, genişliği ise 69 kilometre olan okyanusun en dibindeki bir çukur bu. Orada olduğu için keşfedilmesi yakın sayılabilecek bir tarihte oldu. 19.yüzyılda. Bu dönemde okyanusların derinliğini ölçmek için kullanılan teknoloji, bir ip ve onun ucuna bağladıkları bir ağırlıktan ibaretmiş. O ağırlık ve ip suya bırakılıp bu işlem belli aralıklarla tekrar edilerek okyanusları geziyorlarmış. Bu şekilde yüz binlerce yol kat etmişler ta ki Pasifik Okyanusunda Guam Adası yakınlarında bir yere gelene kadar. Burada daldırdıkları o ip, neredeyse bir saat boyunca suyun dibine ulaşamadan aşağı doğru inmeye devam etmiş. O zamanki ölçümlerle bu derinliğin 5 kilometre olduğu saptanmış.
Fakat ilerleyen zamanlarda teknoloji gelişince, ip yerine suyun dibine ses dalgaları gönderilmeye başlanmış. Bu dalgalar dibe dokunup yansıdığı için tekrar ölçüm cihazına gelene kadar geçen süre çok daha doğru sonuçların elde edilmesini sağlamış. Bu teknoloji sayesinde dünyanın en derin noktasının okyanus yüzeyinden 11 kilometre aşağıda olduğu bulunmuş. Tam olarak 10.994 metre. Bu bilgilere ulaştığımda zihnimde canlanan ilk düşünce evet denizin dibi kesinlikle bir atlantis demek oldu. Sorduğum ilk soru ise bu derin çukurda hayat belirtileri var mı? oldu.
Mariana Çukurunda Hayat Belirtileri Var Mı?
Yapılan araştırmalar hayat belirtileri olduğunu kanıtlamış. Aşırı basınçlı ve soğuk ortamda yaşayabilen birçok mikroorganizma, balık ve yengeç türü ortaya çıkmış. Ayrıca bana en ilginç gelen bilgilerden biride şuydu, buradaki canlıların çok eski prehistorik dönemlerden bu yana aynı kaldığı düşünülmekteymiş. Gerçekten çok esrarengiz değil mi sence de ? Kendimi o çukurun derinliklerinde hayal ettiğimde biraz boğuluyorum ama keşfetme arzum, korkma hayal etmeye devam et diyor. 🙂
Peki, dünyada böyle bir yerin var olduğunu 1872 yılından beri biliyoruz ve oraya hiç gitmedik mi? Tabii ki gitmişiz fakat bir asır sonra. 23 Ocak 1960’ta ilk kez gidilmiş. Ay’a ayak basılmasından sadece 9 yıl önce. Fakat oraya ilk giden kişi dibe ayak basamamış çünkü buranın en dip noktasındaki basınç yeryüzündeki basıncın 1000 kat daha fazlasıymış. Trieste Batiskapı içinde Mariana çukuruna inmeyi başaran İsviçreli bilim insanları toplamda 5 saatlik zorlu ve gerçekten cesaret isteyen bir sürede dalış ve yüzeye çıkışı tamamlamışlar.
Bir sonraki dalış için tam yarım asırdan fazla beklenmiş. Dünyanın farklı noktalarından dört ayrı ekip oraya dalabilmek için teknolojik bir yarışa girmişler. Bu yarışı kazanan, Deepsea Challenger adlı deniz aracı olmuş. Bu deniz aracının içinde dalış yapacak kişiyi hepimiz tanıyor olabiliriz. En azından filmlerini muhakkak izlemişizdir. O kişi bir yönetmen, James Cameron. Kendisi, Titanic, Terminatör, Avatar gibi filmlerin yönetmeni. Özellikle Titanic filmiyle denizlere olan tutkusunu göstermiş ve hatta daha sonra Titanic batığına da dalış yapmış. Bu sefer dünyanın en derin noktasına tek başına dalış yapmak büyük cesaret değil mi? Sen olsan yapabilir miydin diye sorup duruyorum kendime. 🙂
Bu dalışlar anladığım kadarıyla göründüğünden çok daha zor ve cesaret gerektiren bir şey. Everest’e tırmanmak veya Ay’a çıkmakta öyle bir şeydi. Ama o ilk tırmanıştan sonra pek çok kişi bunu denedi ve başarılı oldu. Mariana çukuruna ise şimdiye kadar sadece 4 kişi gitmiş. Son olarak dalış yapan kişi Amerikalı denizaltı kaşifi Victor Vescovo orayı görebilen 4. kişi olmuş. Bu çukur dünyanın en ulaşılmaz noktası gerçekten. Ay’ı, Mars’ bile oradan daha iyi tanıyoruz değil mi? Son dalışta dünyanın en derin noktasında bir hayat belirtisi var mı diye araştırılırken Vescovo canlı türlerinden önce ne bulmuş dersiniz. Plastik poşet ve bir şeker ambalajı. İnanılır gibi değil. Bu çukura sık gidilmemiş olmasına rağmen orayı da kirletmek ne üzücü.
Peki elimizden ne gelir? Yere değil, denize değil, doğaya değil çöpe atmayı öğrenmekle başlayabiliriz işe. Plastik tüketimini azaltmakla başlayabiliriz. Bu yapacaklarımız, doğa için yapabileceklerimizin sadece bir kısmı. Ufacık bir çöp deyip geçmemek lazım. O çöp ücra köşede bile olsa, önce nehirlere, nehirlerden denizlere, oradan okyanuslara ve hatta okyanusun en dibine ulaşıp varlığından bile haberdar olmadığımız canlıların tükenmesine sebep olabilir. Böyle bir duruma yol açmamak için doğru yönde yüzmek bizim elimizde.
Umarım bu bilgiler sana iyi gelmiştir.
Okuduğun için minnettarım.
Soru ve yorumların için instagramda buradayım.
Dalış konularına ilgisiysen bu yazıya gözatabilirsin.
Sevgiler.