Neuschwanstein Şatosu | Almanya’nın en güneyinde, Avusturya sınırına doğru, Bavyera eyaletinde yer alan, küçük ama bir o kadarda masalsı bir kasabasında bulunur. Füssen, ağır sanayi ülkesi olan Almanya’nın gelirini daha çok turizmden sağlayan ender küçük şehirlerden sanırım. Aynı zamanda romantik yol üzerinde bulunan bu yerleşim Yeri 14.000 nüfuslu. Doğu Algoi’de yer alıyor.
Neden Neuschwanstein Şatosu?
Gezilecek bir çok kalesi, şatosu, küçük kasabaları ve tarihi sokakları olmasına rağmen burası söz konusu olunca akla ilk gelen ve hatta neredeyse sadece bunun için tur düzenlenen Neuschwanstein Şatosu oldu. Yerel rehberler Kralın büyüdüğü Hohenschwangau Şatosu’nu diğerlerine göre değeri, eskiliği, orijinalliği ve sayı olarak daha çok tavsiye etseler de, ister istemez tabikii giriş ücretlerinin de etkisi ile meşhur olanına bilet alıyorsunuz.
2.Ludwig ve Şato
Evet onca yapıya rağmen özellikle buranın popülaritesini anlamak İçin Bavyera Kralı 2. Ludwig’i biraz olsun tanımak gerekiyor. Aslında bu onun hikayesi…
“Babasının ölümünden sonra 19 yaşında tahta geçmiş ve ömrünün sonlarına doğru bu şatoya yaptırmaya başlamış. Başlamış diyorum çünkü her ne kadar son zamanlarda yaşamaya başlamış da olsa, henüz 42 yaşında iken bitmiş halini göremeden, günümüzde hala açıklanamayan şaibeli bir şekilde ölmüş.
1.82 m boyunda olmasına rağmen ona henüz bir gün önce ‘deli’ raporunu veren psikiyatrist doktoru ile 1.60 metre derinliğindeki sazlıkta ölü olarak bulunmuş. Kaza mı, öldürüldü mü, kalp krizi mi yoksa intihar mı soruları hala cevapsızdır. Her ne kadar yapımı tamamlanmamış da olsa, ölümünün üzerinden altı hafta sonra müze olarak ziyarete açılmıştır. Sarayın ilk popülaritesi de burada başlıyor. 2. Ludwig’in halk arasında ismi masal kralı olarak geçer.
Melankolik ve sıkılgan bir kimliğe sahipmiş. Genç yaşta kral olmanın da etkisi ile iç meselelerle uğraşmak yerine zamanla Krallığın parasını daha çok sayıda saray yapılması için harcamış. Bakanlar bundan fazlasıyla rahatsız olsa da kralın pek de umrunda olmamış. Bir iki tane savaşa katılmak dışında devletin günlük meselelerinde git gide uzaklaşarak diğer iki saray olan Linderhof, Herrenchiemsee saraylarını ve sonrasında, kendini Neuschwanstein yapımına adamış.
Burada 14. yüzyılda Bavyera Kralları tarafından yapılan küçük bir kale bulunuyormuş. Eski kale zamanla yıkılmış olsa da 1800’lü yıllarda henüz prens olan Ludwig’in çocukluğu boyunca eski kalenin etrafında sürekli yürüyüşlere çıkar, eski şövalyelerin masallarını dinler, hayaller kurar ve yıkık kalenin kalıntılarda keşifler yaparmış. Haliyle zamanla buralarda duygusal bir bağla yaşamaya başlamış.
13 Mayıs 1868’de büyük hayranı olduğu ünlü Alman bestekarı Richard Wagner’e bir mektup yazarak hayalinden şöyle bahsetmiş :
“Eski Alman şövalyelerinin otantik tarzındaki Pöllatschlucht’a yakın eski harap kalenin Hohenschwangau’sunu yeniden inşa etmeyi planlıyorum. Oradan, muhteşem Säuling dağlarına, Tirol dağlarına ve daha sonra da ovaya kadar her yer görülebilecek. ..”
Şatonun Yapımı
1868’de Neuschwanstein Kalesi için ilk planlama ve hazırlıkları başlatan II. Ludwig, temelini 5 Eylül 1869’da attırabilmiş. Bu kaleyi inşa etmek için dönemin en gelişmiş teknolojileri kullanılmış. Kalenin yapımında elektrik, sıhhi tesisat, ısı gibi yeni icatlar kullanılmış ve bu icatların bölgeye tanıtılmasını bizzat kralın kendisi üstlenmişti.
Kalıntının aslına uygun olarak sanki o dönemde yapılmış gibi olmasına özen gösterilmiştir. Tüm çizimler buna göre yapılıp en nihayetinde istediği görüntüye ulaşmıştır. İç ve dış mimaride 19. y.y. ın Neo-romantik mimari anlayışı ile yapılmıştır. Kralın bizzat denetlediği bilinir. Yan yana Alpsee ve Schwansee göllerine yukardan bakar. Günümüzde Wald Disney’in amblem olarak kullanıldığı saray olur kendisi. (Bununla ilgili İspanya’daki Olite Kalesi ve Segovia’daki Alcazar’dan da esinlenilmiştir)
Keza bir çok masal filminde geçen sarayların çizimleri için ilham alınan saraydır. Hakikaten sarayın dış kapısından ilk girip kafanızı kaldırıp baktığınızda tam olarak gördüğümüz manzara adeta masalın içindeymişsin hissi uyandırıyor. Yakından da tıpkı uzaktan olduğu gibi sade ama ihtişamından dolayı etkileyici bir yapı. “Masal Şatosu” ismini hakediyor.
Dışının tamamlanıp içinin tamamlanamamasından dolayı rehber eşliğinde gezmek sadece 35 dakika sürüyor. 200 odalı olmasına rağmen 20 tanesi tamamlabilmiş. Görebildiklerimizin içinde kralın yatak odası, mutfak, şovalye salonu, taht odası, mağara odası gibi alanlar var. Tüm odaları gezerken hakikaten zamanda yolculuk yapmışcasına o anlara gidiyorsunuz. Kral her an Wagner ile karşınıza çıkabilir ama kendi dünyasında Wagner ile bir şeyler hakkında konuşurken usul usul yanınızdan geçerken sizin farkınıza bile varmaz 🙂
Şatoda Gezebileceğiniz Yerler
Kule ve Kubbe Tavanı
Şatoda 65 metre yüksekliğindeki kuzey merdiven kulesi en yüksek kısmı oluşturuyor. Kubbeli tavanın altında, muhteşem bir yıldızlı gökyüzü ve ona doğru uzanan güçlü, stilize bir palmiye ağacı var – Ludwig’in meşhur ve neredeyse takıntılı sanat sevgisini en ince ayrıntılarda bile görebiliyorsunuz.
Şarkı Salonu
Görebildiğimiz diğer bir oda ise şarkı salonu. Ludwig’e göre kesinlikle kalenin ruhu bu salondu. Bu muhteşem oda, Richard Wagner’in “Tannhäuser” operasındaki ünlü şarkıcıların tartışmasının kendi şarkıcılar salonunda yapıldığı iddia edilen Wartburg modeline göre tasarlandı. Bavyera kralı, kendine özgü besteciye haddinden fazla hayranlık duyuyordu; Wagner’in opera kahramanı Lohengrin ve babası Parzival de buradaki duvarlarda görülebilir.
Taht Odası
Neuschwanstein’ın kalbi olan ve İsminin aksine enteresan olan şeylerden biri de şimdiye kadar hiç taht görmemiş olan Taht Odası. İki kata yayılan ve anıtsal, dört metre yüksekliğinde ve restore edilmiş bir avizeyle aydınlatılıyor. Kendisini kilise ile devlet arasında bir arabulucu olarak gören Ludwig, Bizans kilisesi görünümündeki iç tasarımı ve kralların aynı zamanda Hıristiyan motiflerinin çok sayıda portresi görülüyor.
Tüm bunlar yapıldığı dönemi düşünürsek hakikaten farklı bir sanat var bu motiflerde. Aladdin’in uçan halısı ve elinde sihirli lambası da olabilir mi diye aradığımı hatırlıyorum. Bu odadaki Romanesk, Gotik ve Bizans sanatının örnekleri karışık olarak işlendiğini, rehber anlatmadan da bilgisi olan daha iyi farkedebilir. Ayrıca burası 19. yüzyılın sonlarındaki “yeni” teknik detaylarla desteklenmiş.
Kralın Yatak Odası
Gelelim bahtsız kralın çok da keyfini çıkartamadığı yatak odasına ve yatağına… Wagner’in etkisi yatak odasına bile uzanıyor. Zengin bir şekilde dekore edilmiş bu odanın ana motifi, 1865 yılında Wagner’in Münih’te prömiyerini yaptığı ve prömiyerin karmaşıklık nedeniyle birkaç kez ertelenmesinin ardından kralın kendisini cömertçe ve özveriyle adadığı “Tristan ve Isolde” operasının efsanesidir.
Kubbesini 15 oymacının dört yılda oluşturduğu söylenen görkemli karyolanın çatısı, Notre-Dame kilisesini andıran gotik bir kilise maketi olarak tasarlanmış. Odada aynı zamanda kuğu şeklinde su sebili bulunan lavabo da mevcut.
Mağara Odası
En özel alanlarından biri olan “Mağara Odası”, sarkıtlar ve bir şelale ile süslenen yapay bir mağara şeklindedir. Wagner’in operası “Tannhauser” da bu mağara anlatılır. Enteresan gelmişti bana. Sarayın içinde mağara görünümlü oda. Ludwig’İn beynini okumak istediğim anlar…
Şatonun farklı noktalarda Bavyera’nın figürleri ile Aziz George tasvir edilmiş ve Allgäu bölgesinin geleneklerine atıfta bulunulmuş.
Kral, çocukluk ve gençlikliğındeki yalnızlığını, milyonlar harcandığı saraya resmetmiş, içine düştüğü umutsuzluğu duvarlara yansıtmış. Ne büyük bir yalnızlık hissi ! Şöyle bir bilgi de vereyim. Gezerken karşınıza sürekli çıkacak olan kuğu figürü kraliyetin sembolü olarak sarayda binlerce kez kullanılmış.
Sarayın tamamından etkilensem de onca yıl geçmiş olmasına rağmen benim için en unutulmaz olanı balkondan baktığımdaki manzarasıdır. Gökyüzü parçalı bulutlu, uzaklarda sağdan soldan yeşillikleri ağaçları yara yara oluşmuş akarsu, güneş ışıklarının bulutların arasından yeryüzüne inen ışınları ve Alp gölü ile Schwan gölünün bu görüntüyle dansı. “Herhalde şu an devasa bir yağlı boya tablosunun içindeyim”. Resmin içinde olmak dışardan bakmaktan çok çok daha güzel. Kadraja sığmayan bir manzara; anlatılmaz yaşanır anlarından bir an… Bir gün sadece bunun için bile tekrar gidebilirim…
Açıldığı günden beri gittikçe artan ziyaretçi sayısı bugün 1.3 milyona ulaşmış durumda. Gezmek, dünya çapında fazlasıyla yaygınlaştığı için bu sayının gittikçe artacağı şüphesiz.
Füssen ve Şatoya Ulaşım
Öncelikle Almanya’ya göre küçük şehir olan Füssen’e gelmelisiniz. Bu küçük şehir ile Münih arasında pek çok bağlantı yolu mevcut. Füssen’e yolculuk edenlerin en çok tercih ettigi yol Münih’ten tren ile buraya gelmektir. Tren yolunun yaklaşık iki saat sürmesi sebebiyle ziyaretçiler burayi günübirlik görmek için de geliyorlar. Ben de öyle yapmıştım.
Trenle yolculuk etmenin bir diger güzel yani da oldukça tarihi bir yer olan bu kasabaya giden yol boyunca nostaljik bir tura çıkmış hissiyle seyahat edecek olmak. Eğer araba ile seyahat etme şansınız varsa Bundesstrasse ile Augsburg arasinda uzanan “Romantik Yol”u takip ederek buraya ulaşabilirsiniz. Tren seferleri için tıklayın
Şayet Münih üzerinden gelecekseniz A – 96 otobanını takip etmek gerekiyor.
Füssen’e ulaşmanın en ucuz yolu ise otobüs ile gelmek. Münih’in ana tren istasyonu Hauptbahnof’tan kasabaya hareket eden birçok otobüs var. Almanya’da bizdekinin aksine otobüs en uygun seyahat yöntemi.
Füssen’e geldikten sonra yine şatoya giden toplu taşıma araçları ile ulaşabilirsiniz. İsteğe bağlı olarak eğer geceleme planınız varsa bisiklet kiralayarak hem buraya hem de civar köylere de açık havada geze geze ulaşabilirsiniz. Hepsi tarihin ve zamanın durmuş haliyle sizi bekliyor olacak.
Almanya hakkındaki tüm yazılar için Almanya
İyi seyahatler dilerim.