Mevlana’nın İzinden
Mevlana’nın İzinden . Merhaba, bu hafta sizlerle Mevlana’nın İzinden giderek, içimizde bir yolculuğa çıkıyoruz. Keyifli okumalar dilerim.
Yeni çağ, yeni alışkanlıklar ve hızla değişen hayatımız ile ilgili kendimizi zaman zaman bir labirentin içinde hissediyoruz. Yaşamak, hayatımızı devam ettirebilmek ve sorumluluklarımızı gerçekleştirmek için tüm modern dünya insanları gibi buna mecburuz.
Şimdi sizlerle 1200’lü yıllara uzanıp ufak bir yolculuğa çıkıyoruz. Mevlana’nın izinde, bu topraklarda yaşamış en büyük filozofun kainattaki sevgiyi farketme serüvenine.
Dini inancı ne olursa olsun, her yıl Şebi Arus törenine dünyanın farklı kıtalarından, farklı coğrafyalarından binlerce insan geliyor. Yüce Mevlana’nın “Ne olursan ol yine gel sözü”, tüm inanç kalıplarımızı, korkularımızı, kendi benliğimizi yıkıp bizi kendine doğru çekiyor.
Mevlana’nın Hayatı – Mevlana’nın İzinden
Mevlana tahmini rakamlarla 1207 yılında Belh şehrinde dünyaya gözünü açtı. Babası da din alimi olan Mevlana, küçük yaşlardan itibaren ciddi derecede ilim ve fıkıh dersleri gördü. Bugün çok anılmayan ama Mevlana’nın “Hamdım, yandım, piştim” sözüne sebep olan Mevlana’yı Mevlana yapan Hz. Şems (hocası) ise, tahmini olarak 1186 yılında Tebriz’de dünyaya geldi.
Hafız olan ve içi Allah aşkı ile tutuşan Şems, 9 yaşında iken bir gün Kur’an da Şems suresini okudu ve bayıldı, kendine geldiğinde Mevlana Muhammed olan adını Şems olarak değiştirdi.
Gecesi gündüzü olmayan, ilahi sevginin ilahi sevgilinin peşinde olan Şems, onun bu ilahi yolculuğuna yarenlik edecek, Allah dostunu karşısına çıkarması için gece gündüz demeden yaradana dua etti. Durmadan diyar diyar dolaştı. 1216 yılında Mısır’da henüz Mevlana 9 yaşında kervanların başında ilerler iken onunla karşılaştı ve omuzundan tutup “Ey Allah dostu, zamanı gelince beni bul!” dedi. Henüz yaşı küçük olan Mevlana bu kara kuru adamın dediği sözden pek birşey anlamadı.
Yıllar geçti, Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat’ın ısrarlı daveti üzerine Mevlana’nın babası olan alim Bahâeddin Veled ve ailesi, Selçuklu Devleti’nin başkenti olan Konya’ya göç etti. Bugün müze olarak kullanılmakta olan Mevlâna Dergâhı’nın yeri, Selçuklu Sarayı’nın Gül Bahçesi iken, Sultan Alâeddin Keykubad tarafından Mevlâna’nın babası Sultânü’l-Ulemâ Bâhaeddin Veled’e hediye edilmiştir.
Mevlâna ve ailesi ilk zamanlar Altunaba (İplikçi) Medresesi’ne yerleşir. Vaaz ve irşad faaliyetleriyle meşgul olan Bahâeddin Veled kısa zamanda Selçuklu Devleti içerisinde meşhur olur. 12 Ocak 1231 yılında 85 yaşında iken Konya’da vefat eder ve gül bahçesine gömülen ilk Ulema olur.
Babasının vefatı üzerine onun yerine geçen Mevlâna, şimdi İplikçi Camii diye bilinen yerdeki medresede uzun yıllar dersler verir. Evlenir, çocukları olur. Halkın sevip saydığı, sohbetine doyum olmayan bir alim olur. Hala göçebe olarak yaşayan ve gönül dostunu arayan Şems dualarına devam eder ve bir gece rüyasında, “Ey Allah dostu , Ey hakikati arayan Pir, aradığın dost Anadolu’da Konya’da bir alimdir” sözünü işitince yola koyulur ve Konya’ya gelir.
Mevlana ve Şems‘in Buluşması
Şems-i Tebrizi Konya’ya geldiğinde, Mevlana ders verdiği dört medreseden biri olan Pamukçular Medresesi’nden talebeleriyle birlikte ayrılıp giderken Şems ansızın önüne çıkmış ve bindiği katırın gemini tutarak, “Ey dünya ve mana nakitlerinin sarrafı! Muhammed Hazretleri mi büyüktür, yoksa Bayezid-i Bistami mi?” diye sormuş.
Mevlana, “Muhammed Mustafa bütün peygamberlerin ve velilerin başıdır.” diye cevap verince Şems, “Peki ama o, ‘Seni tesbih ederim Allahım, biz seni lâyıkıyla bilemedik.’ dediği halde Bayezid, ‘Benim şanım ne yücedir, ben sultanların sultanıyım” demiş.
Bunun üzerine Mevlana, “Bayezid’in susuzluğu az olduğundan bir yudum su ile kandı, idrak bardağı hemen doluverdi; halbuki Muhammed’in susuzluğu arttıkça artıyordu. Onun göğsü Allah tarafından açılmıştı. Sürekli susuzluğunu dile getiriyor, her gün Allah’a daha çok yakın olmak istiyordu.” diye cevap vermiş.
Şems bu cevabı duyunca kendinden geçmiş ve Mevlana ile yolculuğu başlamış.
Şems ilk olarak, Mevlana’nın medresesinde bulunan kitapları, avluda bulunan havuzun içine atar. Sıra son kitaba geldiğinde Mevlana’nın gözleri dolar. Babamdan kalan hatıradır atma dediğinde, Şems ona dönüp ,suyun üstüne çıktığında bana kitabı geri getir, der. Birkaç gün sonra kitabı suyun üzerinde bulan Mevlana uzanıp eline aldığında hiçbir sayfanın ıslanmadığını görür. Medreseden onu izleyen Şems gelir kitabın üzerindeki tozu feracesi ile siler ve Mevlana’ya uzatır.
Yaşadığı ve hissettiği şeylere henüz anlam veremeyen Mevlana, Şems ile üç ay boyunca visâl orucu tutarak iki defa halvete girer, halvet esnasında onlara Selâhaddîn-i Zerkûb hizmette bulunur ve her ikisi de semâ yaparak halvetten çıkar. Mevlana’nın sohbetini, alimliğini özleyen halk zamanla huzursuz olur, ama Mevlana söylenen hiçbir şeyi duymaz, görmez. Şems ise geceleri caminin avlusunda bulunan tabutun içinde uyur.
Aylarca süren bu hasbihalden sonra, halk iyice huzursuzlaşır, dedikodular çıkar ve Mevlana’nın ailesi tarafından da sevilmeyen, herkes tarafından hor görülen esmer uzun boylu (halk tabiri ile kara kuru garip görünümlü ) Şems ansızın Konya’yı terkeder.
Mevlana’nın çevresindeki herkes derin bir oh çeker. Ama Mevlana artık Mevlana değildir, yataklara düşer, yemez içmez kimseyle konuşamaz. Onun bu durumuna çok üzülen oğlu Sultan Veled 1 yıl sonra Şems’i Dumanş’ta bulur ve ikna eder geri Konya’ya getirir.
Dostuna kavuşan Mevlana’nın yüzünde güller açar, halkın dedikosunun önüne geçmek için evlatlığı Kimya’yı Şems ile evlendirir.
Yıllar sonra Kimya Hatun’un söylemleri şu şekildedir. “Evlendiğimiz gece Şems odaya geldi, bu dili acı siyah ferace ile dolaşan garip adamın karısı olmaktansa, ölürüm daha iyi dedim ve odada bulunan meyve dolu kaptaki bıçağa uzandım. O sırada arkası bana dönük duran Şems “Yapma kızım, benim sana uzanacak elim yoktur, küçük yaşlardan itibaren oruç tuttum içimdeki tüm zehri bıraktım ben” dedi ve bana abdest alıp tövbe etmemi söyledi. Bir daha da odaya uğramadı.
Mevlana’nın eşi Kira Hatun eşinin eskisi gibi gülümsemesine ve sağlığına kavuştuğunu görmesine görür lakin Şems’i kıskanmaya devam eder. Bu iki adam günlerce odaya kapanıp ne yapar diye birgün merakından odanın içini izler. Mevlana ve Şems karşılıklı sofaların üzerinde oturmaktadır ve susmaktadır, merakı iyice artan Kira Hatun izlemeye devam eder. Derken duvarın içinden kucağında kırmızı güllerle dolu birinin geçtiğini görür ve bayılır. Mevlana ayıldığında güllerin bir kısmını eşi Kira Hatun‘a Hediye eder. Merakını yenemeyen Kira Hatun bu güllerin nereden geldiğini, hayal mi gördüğünü bir türlü anlayamaz ve çiçek tüccarına götürür. Tacirler, bu gülün sadece Hindistan’da yetişen bir gül olduğunu ve Konya’ya gelene kadar solması gerektiğini, hala yeni toplanmış gibi nasıl tazeler diye Kira Hatun‘a sorunca cevap vermeden eve koşar. Bir daha Mevlana ve Şems in arasındaki bu ilahi dostluğu sorgulamaz.
Mevlana ve Şems bir süre daha hasbihal hallerine geri döner.
Babasının bu halini en başından beri anlayamayan ve halk ile aynı düşüncelere sahip küçük oğlu Sultan Alaaddin (Kimya Hatun’a aşık olduğu rivayet edilir) bir gece Şems‘e suikast düzenletir.
Halvet odasında bulunan Şems namaz vakti abdest almaya avluya çıkar ve kapıdan çıkmadan, birazdan beni öldürecekler der ve Mevlana gözyaşları içinde kalır. Şems bıçaklanır, öyle bir haykırır ki etrafındaki herkes bu ses sonrası bayılır. Gözlerini açtıklarında yerde bir damla kan vardır ama Şems yoktur.
Mevlana en derin şiirlerini ve içinde barındırdığı bu zenginliği Şem ‘i ikinci defa kaybettikten sonra ortaya çıkarır. Dergahına düşkün, dışlanmış insanları alır ve herşeyi ilahi aşk, ilahi sevgi ile sarıp sarmalar. 1273 yılında hayata gözlerini yumar ve gül bahçesine defnedilir.
Hala çoğu insan Şems’in öldüğüne inanmaz, siyah feraceli, dili acı bu kara kuru adamın Konya ilinde gezdiği rivayet edilir.
İşte sevgili okurlar, beni her zaman etkileyen içimdeki sevgiyi ortaya çıkaran Mevlana ve Şems’i sizlere anlatmaya çalıştım. Fırsat buldukça ziyaret ettiğim dergahı, içinizdeki aşk ve sevgi ile görmenizi temenni eder, huzurlu bir yaşam dilerim.
Konya hakkındaki tüm yazılarımız için Tıklayın
Dilara.