Persapolis Antik Kenti | Her ne kadar daha önce gezdiğim yerler hakkında yazılar yazmış olsam da, bu sefer gitmeyi hayal ettiğim bir yer için, sanki gezmiş, görmüş, dokunmuş, bakmış, hissetmiş gibi bir yazı yazmak istedim. Yazıdan sonra belki gitme şansım da olur, kim bilir? Bir nevi evrene mesajım olsun. 🙂

Bu şehrin ismini ilk defa bir Hollywood filminde duymuştum. Fantastik tarzda olan bu filmin beni izlediğimde alıp başka yerlere götürdüğünü hatırlıyorum. Nedendir bilmiyorum ama Persapolis isminden etkilenmiştim. Mistik çağrışımlar beni hep etkiler…
Yıllar sonra bende gezmek bir sevdaya dönüştüğünde böyle bir yerin gerçekten var olduğunu öğrenmek epey heyecanlanmama sebep olmuştu. Ne büyük kayıp, hiç merak edip araştırmamış olmam. Neyse, her şey gerçekleşmek için kendi zamanını bekler…
Çok uzatmadan gelelim tarihin az bilinen ama çok ihtişamlı Pers antik kentine:
Kuruluş Efsanesi ve Tarihsel Önemi – Persapolis Antik Kenti
M.Ö. 518 yılında I. Darius’un emriyle inşa edilmeye başlanmış Persapolis. Şehir, krallığın yalnızca yönetim merkezi değil, aynı zamanda ihtişamını göstermek için kullanılan törensel bir başkentmiş. I. Darius’tan sonra oğlu I. Serhas (Xerxes) ve torunu III. Artaxerxes de kenti genişletmeye devam etmiş.

Persapolis, Fars eyaletindeki dağlık bir bölgenin eteğinde, Şiraz’a yaklaşık 60 kilometre mesafede inşa edilmiş. Özellikle bahar aylarında, Nevruz kutlamaları için dünyanın dört bir yanından gelen elçilerin ve halkların toplandığı, büyük şölenlerin düzenlendiği bir merkez haline gelmiş.

Törenler, yalnızca saray hayatını yansıtmakla kalmaz; aynı zamanda Perslerin dünya üzerindeki siyasi ve kültürel etkisini de simgelermiş. Her detay, gücün ve disiplinin taşlara nasıl kazındığını gösteriyor sanki.
Mimarideki Detaylar: Taşın Dili
Kente giriş, yapay bir platform üzerine kurulmuş geniş bir terasa açılıyormuş. Yaklaşık 125.000 metrekarelik bu alan, devasa taş bloklarla özenle döşenmiş. Her bir taşın, milimetrik hesaplarla yerleştirildiği belirtiliyor. O döneme ait teknolojiler düşünüldüğünde bu düzen, Pers mühendisliğinin ve işçiliğinin ne denli ileri seviyede olduğunu ortaya koyuyor.

Apadana Sarayı, şehrin en görkemli yapılarından biriymiş. I. Darius tarafından başlatılmış, I. Serhas tarafından tamamlanmış. 72 adet yüksek sütunun taşıdığı büyük kabul salonu, kralın yabancı elçileri burada ağırladığı yer olarak kullanılıyormuş. Yüksekliği 20 metreyi bulan sütunların üzerleri boğa, aslan, kuş gibi sembollerle süslenmiş.
Tüm Ulusların Kapısı (Gate of All Nations) ise adeta barışın ve birlikteliğin anıtı olmuş. Bu kapıdan geçen herkes, imparatorluğun farklı köşelerinden gelen halkların eşitliğini ve çok kültürlülüğünü simgeleyen bir mekâna adım atılırmış. Girişteki kanatlı boğa figürleri, hem koruyucu hem de tanrısal varlıkları temsil ediyormuş. Buranın aynı zamanda gelen misaflerin bekletildiği yer olduğu da söylenir
Kabartmalar ve Diplomasi: Sessiz Anlatılar
Apadana Sarayı’nın merdiven duvarlarına işlenmiş kabartmalar, Persapolis’in en dikkat çekici öğelerinden biriymiş. Her biri milim milim oyulmuş bu taş işlemeler, Pers kralına Nevruz kutlamalarında haraç sunmaya gelen Türklerin de içinde bulunduğu 23 farklı ulusun temsilini barındırıyor. Her grubun kıyafeti, yüz hatları, hatta taşıdıkları hediyeler bile özgün biçimde tasvir edildiğini göreceksiniz.
Bu rölyeflerde Elamlılar inciler getirmiş, Hintliler egzotik hayvanlar sunmuş, Mısırlılar ise altın işlemeli kumaşlarla gelmişler. Her biri, dönemin siyasi sınırlarını ve ticaret ağlarını gözler önüne seren birer tarihi belge gibi sanki.

Detaylar öyle incelikli işlenmiş ki, kabartmaların bir kısmında insanların ayakkabı bağcıklara, sakallarındaki bukleye kadar ayrıntı görülebiliyormuş. Bu da bana, Pers sanatçılarının gözlem gücünün ne denli etkileyici olduğunu düşündürür.
Yıkımın Gölgesinde: Büyük İskender’in İntikamı – Persapolis Antik Kenti
Ama bu görkemli şehir, ne yazık ki sonsuzluğa ulaşamadı. M.Ö. 330 yılında Büyük İskender, yenilmez sanılan Pers İmparatorluğu’na son darbeyi vurmuş. Persapolis’i ele geçirecek ve bir gece düzenlenen büyük bir eğlencenin ardından şehri ateşe verecekti.
Kimi kaynaklara göre bu, Perslerin Atina’yı yaktığı olayın intikamı ; kimi kaynaklara göreyse, sarhoşluk ve ihtişamın yol açtığı bir gaflet sonucu gerçekleşti. Her ne olursa olsun, Persapolis’in büyük bölümü o gece çıkan yangında yok oldu maalesef… Liderlerin her yeri yakıp yıkma sevdası burda da kendini göstermişti.
Şehir, bu olaydan sonra bir daha eski ihtişamına kavuşamadı. Yüzyıllar boyunca toprak altında kalmış, sadece efsanelerde yaşamış. Ta ki 1930’larda yapılan arkeolojik kazılarla yeniden gün yüzüne çıkana dek…
Alman arkeolog Ernst Herzfeld ve ardından Amerikalı arkeolog Erich Schmidt’in yürüttüğü kazılar, Persapolis’in taş taş üzerine belgelenmesini sağlayacaktı. Buluntular, bugün hâlâ İran Ulusal Müzesi’nde ve bazı yabancı müzelerde sergileniyor.
Bugün: Sessiz Bir Anıt Gibi
1979 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmış Persapolis. Şu an oraya gidenler, geçmişin ihtişamına ait izleri taşların gölgesinde bulabilirler. Sütunlar, kabartmalar, taş yollar ve yanmış duvar kalıntıları… Hepsi zamanın tanıkları gibi orada sessizce ziyaretçilerini bekliyor ve bir zamanlar ne olduğunu anlatmak için sabırsızlanıyor.

Gün doğumunda terasın üzerinden süzülen ışık, taşların arasında dans ederken adeta geçmişi bugüne çağırıyor. Şüphesiz her gün doğumunda güneş güzeldir lakin bazıları daha etkileyici olabiliyor.
Hayalimdeki Ziyaretin Ardından
Persapolis, sadece taş bir şehir değil; aynı zamanda gücün, sanatın, çok kültürlülüğün ve trajedinin birleştiği bir sembol benim için. Orada bulunmamış olsam da, yazarken içimden bir ses, sanki o sütunların gölgesinde yaşanmışlıkların ortasında herşeyr dahil olmuşum gibi hissettirdi. Kafamı kaldırıp o sütunlara bakarken hayal ettiğimde bir anlık da olsa sanki o zamanda imişim gibi bir film şeridi geçti gözümün önünden. Belki duvarlardaki kabartmalara dokundum, belki de rüzgârın taşıdığı tozun içinde bir zaman yolculuğu yaptım.
Kim bilir, belki bir gün gerçekten giderim. Ama o zamana kadar bu yazı, hayal ile gerçeğin arasına çekilmiş ince bir köprü olsun şimdilik. Belki bu satırlar, o yolculuğun ilk adımı, ilk basamağı olur. 🙂
İran hakkındaki diğer yazılarımız için Tıklayın
Daha fazla seyahat ve keşif için Instagram profilime de beklerim