Almanya’da Yurt Dışı Deneyimi | Önceden takip edenler bilir daha çok İngilizce ve Almanca blog yazıları yazıyordum. Yoğun istek üzerine (hem kendimin hem de çevremin:)) Türkçe de bir şeyler yazmaya karar verdim. Bu yüzden de zaten benim de düzenli takip ettigim Reshontheway seyahat sitesinin kurucusu ile görüştüm ve bir baktım buradayım 🙂 Bundan sonra Türkçe yazılarımı sadece buradan yayımlayacağım. Kendi sitemde ise yazdığım yazıların İngilizce ve Almanca’sını paylaşacağım, yoksa unutulur yabancı dil 🙂 Zaten bir şeyler yazmayı oldum olası çok sevmişimdir. Eskiden senaryo denemelerim bile olmuştu hatta 🙂 Ama en çok muhabbet eder gibi bir şeyler yazmayı severim tanıyanlar muhabbet etmeyi çok sevdiğimi de bilir zaten..
Yazılarımı okurken sizinle resmi bir dil değil de daha çok hem siz bunalmayın okurken hem de ben yaptığım işten zevk alayım diye samimi bir dil kullanmayı tercih ederim. Bu ilk yazım olduğu için burada bu yazımda bilgilendirmeden ziyade kendi başıma gelen bir olaydan bahsetmek istiyorum. Neyse ben yazdıkça yazarım o yüzden biz yavaştan yazımıza gecelim 🙂
İlk Yurt Dışı Deneyimim | Almanya’da Yurt Dışı Deneyimi
İlk yurt dışı deneyimimi anlatmak istiyorum sizlere bugün. Aslında hiçbir şey planlı değildi. Hatta anneme meydan okudum bile diyebilirim. O yaz bana bütün gün evde oturup hiçbir şey yapmadığımı, bu yüzden ertesi gün Datça’da işe başlayacağımı söylediğinde, resmen başımdan kaynar sular döküldü. Ve ona sinirli bir şekilde bağırmaya başladım. Bu benim planım değildi ve o benim adıma karar veremezdi. Aslında gerçekten çok sessiz bir insanımdır.
Kolay kolay kimseye kızmam hele hele asla bağırmam. Bu yüzden birisi gercekten sinirli halime şahit oluyorsa kendini sorgulamasını öneririm. Her neyse bu sekilde konuşmaya devam ettiğimde, haklıyken haksız konuma düşmeyeyim diye zaten bir planım oldugunu birkaç gün içinde Almanya’ya uçacağım yalanını söyledim. O zamanlar yeşil pasaportum olduğu için zaten vize derdim yoktu, sürekli de biletlere bakıyordum ama alma cesaretini o güne kadar kendimde bulamamıştım.
Hal böyle olunca, tabii ki gitmem gerekiyordu. O yüzden ilk gördüğüm Almanya biletini aldım. Bir arkadaşıma da haber verdim ne olur ne olmaz diye. O zamana kadar biriktirdiğim bütün paramı da Euro’ya çevirip yanıma aldım. O zamanlar Euro bugünkü kadar yüksek de değildi. Oradaki bir arkadaşımın evine gideceğimi ve onun yanında kalacağımı söyledim aileme de. Hiçbir şey söylemediler. Sanırım tek başıma gitmeye cesaret edeceğimi düşünmediler. Ama ben ederim var biraz delilik 🙂 Bu yüzden birkaç gün içinde gitmeye hazırdım.
Rota’ya İsviçre’den Başlıyorum | Almanya’da Yurt Dışı Deneyimi
En son Izmir’den Franz Josef Havalimanı’na inmeye karar verdim. Aslında gideceğim yer İsviçre’de bir yerdi ama ben Münih’i de gezmek istediğim için oradan trenle Avusturya’ya, orayı da biraz gezdikten sonra da İsviçre’ye geçmeye karar vermiştim. Arkadaşım çok büyük bir havalimanı olduğunu söylese de aslında ben bu durumu pek ciddiye almadım. Çünkü artık kendi zincirlerimi kırmıştım, en azından bir süreliğine öyle olduğunu düşündüm.
Ülkeden ayrıldıktan sonra havaalanında bir polis memuru ile karşılaştım. Buraya kimi görmeye ve neden geldin, ne yapacaksın, ne kadar kalacaksın, nerelisin gibi soruları sıraladı durdu. Almancamın pek iyi olmadığını bildiğim için İngilizce söylemeye çalıştım. Evet, o zamanlar İngilizcem de pek iyi değildi. Bu kez polis benim çok hoş bir İngiliz hanımefendiye benzediğimi söyledi, ben ise İngiliz olmadığımı söyledim. Türk olduğumu söylediğimde kaşlarını çattı ve kaba bir şekilde burada kiminle kaldığımı, ne kadar param olduğunu ve ülkeme ne zaman döneceğimi sordu. Sorun cıkmasın diye arkadaşımın numarasını verdim. Aradı, evet gerçekten aradı. Arkadaşım birkaç gün kalabilir, ben müsait değilim daha fazla zaten demiş, bu sefer gel bana dönüş bileti al buradan yoksa çok pahalı olur dedi.
Önemli değil param var diyerek konuyu kapatmak istedim. Ama bu polis ona da izin vermedi ve ne kadar param olduğunu tekrar sordu. 1000 Eurom var dedim. Göster dedi, evet gerçekten öyle dedi. Tamam dedim paramın bir kısmını gösterdim. Burada 890 Euro var dedi, ben de ne olur ne olmaz diye bavuluma 110 Euro sakladım dedim. Neyse ki, ondan sonra daha fazla problem olmadı. Ama beni bir buçuk saat havaalanında tuttuğu için binmem gereken treni kaçırdım.
Aksilikler Bitmiyordu
Kısacası onun yüzünden birkaç saat sonra ancak trene binebildim. Vorarlberg’te inmem gerekiyormuş. Çok bağımsız bir yerdeydim. Daha sonra oradaki görevliye sordum, şehir merkezinde belirtilen noktada Innenstadt’ta inip alt geçitten geçmem gerektiğini söyledi. Ama oranın ismi eskiden Innenstadt’mış artik Lindau olmuş ben bunu bilmediğim için Lindau’da inmedim. Son durakta anladım inmem gereken yeri kaçırdığımı. Son durakta indiğimde bir de ne göreyim atletli bir adam baltayla odun kesiyordu. Kendimi Avrupa’da olduğuma ikna edemedim:)
Neyse dedim aynı trene bineyim dönerim en kötü diyerek yeniden S-Bahn’ın olduğu yere doğru ilerledim. Bir sonraki tren sabaha doğru dediler. Hal böyle olunca en azından telefonumu şarj edip bir şeyler yiyebileceğim bir butik otel bulayım istedim. Uyurum biraz diye, o zamanlar şimdiki gibi Insta bağımlısı da değildim birkaç ayda bir foto bazen atardım bazen onu bile unuturdum. (Evettt gercekten degildim 🙂 En sonunda bir otel buldum. Boş yer var mı diye sordum, oradaki kadın yok dedi. Otelimize rezervasyonsuz kimseyi almıyoruz dedi. Kadın beni kabul etmemesine ragmen gerekirse ben resepsiyonun önündeki divanda bile yatabileceğim ve yine de otelin parasını ödeyebileceğimi söyledim. Kabul etmedi.
Şans Yüzüme Gülmeye Başladı
Sonra tekrar yürümeye başladım. Saat akşam 10 olmuştu ve yemek yiyecek bir restoran bile yoktu. Oradaki restoranların erken kapandığından haberim yoktu, o yüzden otobanda yürümeye başladım. Italyan plakalı bir araç yanıma yanaştı. İçinde çok tatlı bir çift vardi. O kadar sevimliydiler ki beni en yakın metroya bırakmayı teklif ettiler. Böylelikle gideceğim yere gece 2’de ulaşabildim. Ama siz siz olun yanınıza her yanaşan arabaya binmeyin, o zamanlar daha cesurdum sanırım ya da biraz daha deli şimdi olsa her ne kadar daha donanımlı biri olsam da cesaret edemezdim herhalde 🙂
Neyse gideceğim yere vardığımda telefonumun şarjı hala yoktu, bu yüzden bir şeyler yiyecek bir yer bulup telefonumu orada şarj edebileceğimi düşündüm. Yürürken bir taksici kenara çekti ve nereye gittiğimi sordu. Ben de yemek yiyebileceğim bir yer aradığımı söyledim. O taxici de Konya’dan gelmiş yani o da Türk çıktı. Ve burada sadece Beer Houselar açık olur bu saatte dedi ben de o yüzden oraya gideyim bari diyerek oraya gittim. Ve orada en nihayetinde telefonumu şarj edebildim.
O zamanlar çoğu insan gibi benim de bir Avrupalı hayranlığım vardı, o pasaport şubedeki polis memurundan sonra bu durum değişti. Çünkü zor zamanlarımda bana yardım eden tek kişi yine bir Türk’tü. Arkadaşımı cep telefonundan aramama bile izin verdi ve arkadaşım beni arabasıyla aldı. Sonuçta, eğlenceli mi? Kesinlikle.. Macera dolu unutulmaz bir yolculuk süreciydi, keşke bu anları kamerayla kaydetme imkanım da olsaydı 🙁
Siz siz olun araştırmanızı yapmadan hiçbir yere gitmeyin, macera bile dozunda güzel..
Beni Instagram’daki hesabımdan takip etmek isterseniz de TIK TIK
Acı Tatlı Gerçekler kategorimizden diğer tüm deneyim yazılarına ulaşabilirsiniz.
Herkese bol enerjili günler dilerim, kendinize iyi bakın bir sonraki yazımda görüşmek üzere 🙂
Yorum yapılmamış
t49xmf